9 Nisan 2010 Cuma

KAHRAMANLAR

Bulundugunuz yer her zaman bize dar gelir. Surekli yeniliklere açılmak, sürekli koşmak, sürekli farklı şeylerle tanışmak isteriz. Bazen büyük hedefler vardır. Bu hedefleri idealler belirler. Bazan bir saat sonrası için yemek yeme planları yapmaktan tutun da 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl içerisinde bazı şeyleri başarmak isteriz. Şayet hedefler yoksa, ya da küçük hedefler peşinden koşuyorsanız hayat size sıkıntı verir.Sıradan insanlarız ve küçük hedeflerimiz var.Aramızdan büyük hedefleri olan insanlarda çıkacaktır.Kabullenmek dışına çıkabilecek olanlar ve onların arkasında duracak cesareti olanlar. Hep bir şeyleri değiştirmek isteyenler oldu tarih boyunca.Gençtiler, idealleri vardı, belki başka şeyleri yoktu; hayalleri vardı.Kabullenmek istemediler, koştular, çalıştılar, kavga ettiler, küçümsendiler, düştüler, kalkmaya çalıştılar, düşürüldüler.Her zaman dünyayı değiştirmek isteyenler olacak.Başkaları için bir şeyler yapmak isteyenler olacak…Tarih boyunca olduğu gibi güleceğiz onlara beğenmeyeceğiz.Yitip gittikten sonra unutacağız hep yaptığımız gibi.Bir yerlerden seslenecekler “Vurulduk Ey Halkım Unutma bizi” diyecekler.Belki hatırlanacaklar, az kişi tarafından.Olsun, denemeyenler hiç hatırlanmıyor ki!
Millet olarak kahramanları severiz.Milletimiz pek çok kahraman yetiştirmiştir ve gurur duyuyoruz onlarla. Benim itiraz ettiğim nokta hep kahraman bekliyor oluşumuz.Rehavet içinde herşeyi başkalarından bekleyen insanlar olduk.Ama kahramanlarda yorulur ve bunalır.Bu hafta Atatürk’ten bir anı paylaşmak istiyorum.
“1930, devrimlerin kargaşasının nispeten dindiği, dış sorunların kısmen halledildiği yıldı. Atatürk, bir süredir devlet işlerini İnönü'ye devretmiş, Çankaya'ya çekilmişti.
Atatürk'ün özel kalem müdürü Hasan Rıza Soyak'ın ifadesiyle (Atatürk'ten Hatıralar, Yapı Kredi Yay., 1973, sayfa 405) "mali ve iktisadi işlerde büyük bir hoşnutsuzluk vardı. Memleketin her alanda geri kalmış perişan hali Atatürk'ü sinir sistemini harap edecek kadar üzmekteydi."
İşte Atatürk bu koşullarda bir yurt gezisine çıktı. 6 Mart akşamı Antalya'ya geldi. Sonrasını Soyak anlatıyor:
"Kapıyı kapattı, bir koltuğa yığılır gibi oturdu. Eliyle işaret ederek beni de oturttu. Çok yorgun, düşünceli ve sinirli görünüyordu. Bir sigara yaktı:
"- 'Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum' dedi, '... görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi perişanlık içinde. Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; maateessüf memleketin hakiki durumu bu işte..."
Gördüğü tablo karşısında Atatürk "evvela kafaların ve vicdanların köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizlenmesi gerektiğini" söyledi. Sonra da "işinin ehli, idealist, enerjik insanlardan oluşan, her parçası yerli yerinde modern bir devlet makinesi" gereğini vurguladı.
Orada çok daha önemli bir cümlesi var:
"Beni en çok üzen şey nedir bilir misin; herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani benden bekliyor; fakat nihayet ben de bir insanım be birader, kutsi bir kuvvetim yoktur ki..."
Biz neden hâlâ kahramanlara muhtacız? Kendimiz bir türlü kahramanlaşamadığımızdan mı?Alıp başımızı gidemediğimizden, gözümüzü kahramanın geleceği köşeden ayıramadığımızdan, sıcak evlerin konforunu yitirmeyi göze alamadığımızdan, bütün ömrümüzü bir yerde tüketip, bir türlü gidemediğimizden mi?Galiba kahraman, bu açığımızı kapatıyor.Bize hayali isyanlar yaşatıyor.Başkaldıramadıkça, başkaldıranın isyanıyla teselli buluyoruz. Her zaman, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir kişiye yapılan haksızlığı iliklerimize değin hissedecek kadar duyarlı olamadığımız için belki de.Duyarlı insanlar çıkıp gelsin tüm dünyayı kurtarsın istiyoruz.Ya kimse gelmezse!!!!!!
2007 (GAZETE YAZISI)
SEZEN

Hiç yorum yok: